Blog yazmaya karar vermemin en önemli sebebi kendimi ve düşüncelerimi akademik sınırlarından arındırmak. Bunu ifade ederken amacım akademik metodu ve bilgiyi zemmetmek değil. Bahsettiğim sınırlar kaynak gösterme ve atıf yapmayı kapsamıyor. Elbette bir fikir ancak delillerle birlikte ortaya konduğunda doğru ya da geçerli olabilir. Atıf yapmak , alıntı yapmak ya da istatistiksel bazı verileri kullanmak yüzyıllardır var olan bir yöntemdir. Fakat günümüz akademik dünyasında fikir ve yayınlarınız geçerli olması için muhakkak batı olarak nitelendirilen Avrupa ve Amerikalı yazarlardan alıntı yapmak zorundasınız. Akademik bir "kast" sistemi var. Özellikle Türkçe yayın yapıyorsanız... Eğer makalenizde "batılı" yazarlardan alıntı yapmazsanız makaleniz asla değer görmez. Yukarıda bahsettiğim akademik sınırlar işte bunlar.
Mamafih bende yazılarımda batılı yazarlardan ara ara alıntılar yapıyorum. Bunun sebebi ise bazı gerçekleri vurgulamak. Bilindiği üzere gerek ekonomik üstünlükleri gerekse siyasi üstünlükleri yüzünden batı dünyası kendisi dışında kalan toplumları ve kültürleri yok sayma hatta aşağılama eğilimindedir. Ciddi bir kısmı da düşman olarak görüyor. Bu yüzden kendilerini eleştirdiklerinde ya da düşmanlarını övdüklerinde bunun daha ikna edici bir gerçek olacağını düşünüyorum. Her türk genci gibi bende gençliğimin ilk dönemlerini dünya klasiklerini okuyarak ya da "dahi" diye adlandırdıkları matematikçilerinin hikayelerini dinleyerek geçirdim. Ve korkunç bir ilizyon olarak İnsanlığın daha önce hiç erişemediği bir muasır medeniyetler seviyesinde olduğuna kandım. Daha fazla matematikçi daha fazla fizikçi ve daha fazla kimyacı ile bunu daha da ileri götürmek gerektiğine ikna oldum. Ve kendi toplumuma kendi ülkeme, kültürüme, tarihime karşı bu oryantalist bakış açısı ile bakar oldum. Sonuç kaçınılmaz olarak bir aşağılık duygusu içinde kıvranmak oldu. Kafamı buradan çekip çıkartması gerekenler ise yeni uydurdukları reformist dinleri ile oksidentalist bir bakış açısı ile batıyı olduğu gibi şeytanlaştıran ideolojiler ürettiler. Bütün ideolojiler gibi işe yaramaz ve etkisizdiler. Tüm ideolojileri işe yaramaz ve etkisiz olarak tanımladığımda haddimi aştığımı düşünebilirsiniz. Düşünün sorun değil. Fakat bu idelojik çeşitliğin için de faziletli tek bir toplum yaratılamamış olmasını unutmayın. Refah düzeyi yüksek ülkeleri faziletli ve halkının mutlu olduğu toplumlar addediyorsanız bir kez daha düşünün derim. Norveç, İsveç, ya da Amerika, kanada gibi ülkelerde faziletli bir toplum olduğunu düşünen insanlar gelir eşitsizliği, işsizlik ya da sürekli tekrarlanan ekonomik krizler gibi ekonomik veriler bir yana mutsuzluğun bir tezahürü olan anti-depresan ilaç kullanımı oranlarına ya da intihar oranlarına bir göz atabilirler. Ya da sadece yüzlerine bakabilirler. Fakat bu illüzyon onların ekmeği. Bu rüyayı globalleştirerek satmaya devam etmek zorundalar.
Globalleşme denilen sürecin aslında yeni bir sömürgeleştirme yöntemi olduğunu düşünüyorum. Bu fikri öne süren ve savunan sol, sosyalist, marksist, komünist akımlar zaten herkesin malumu ama ben o pencereden bakarak bunu söylemiyorum. Bizatihi kapitalistlerin kendisi sistemin tıkandığını sosyolojik olarak bir krizde olduklarını ifade ediyorlar. Bu blogta sistemin tıkandığına ve başka bir sistemin varlığına dikkat çekmek için çeşitli yönlerden tenkitler yazmaya niyetliyim. Bunu yaparken ileri sürdüğüm fikirlerin hiç birinin benim olmadığını üstüne basa basa söylüyorum. Fikirler bana ait değil ama yorumlar bana ait.
Harika! Uzun soluklu olur umarım.
YanıtlaSil