3 Temmuz 2018 Salı

İşçi ve İşveren İlişkisi Üzerine

İşçi ve İşveren İlişkisi Üzerine

    Temel olarak karşılıklı anlaşma sonrasında işçi bir emek sunar ve işveren bir ücret öder. Bu emek fiziksel çalışma da olabilir fikri bir çalışma da olabilir. İşveren bu emeği belli bir ücret karşılığında satın alır. Sonra bu emeğin ürününü ya kullanır ya da satar. İşçi'ye ödediği para eğer satacaksa sattığı fiyattan az olmalıdır ki işçi'den emek talep etmeye devam etsin.  Eğer kullanacaksa (yani terzi, ayakkabı boyacısı, tesisatçı vs.) işçi bir ücret talep eder işveren belli veriler üzerinden bir kıyas yapar kabul eder ve ya etmez.
Yani işçiliğin iki türü vardır:
    Birincisi  bir patrona çalışmak ve kar-zarar gibi durumlarla ilgilenmeden emeğini arz etmek.
    İkincisi kendine çalışarak kar- zarar gibi durumlarda risk almak. Bu seçenekte işveren aynı zaman da müşteridir. İşçi de aynı zamanda patron.Buna serbest meslek meslek denir. Serbest meslekte ki işçiler teoride Şunları kendi belirleyebilir:
- Çalışma saatleri
- Ücret
Fakat pratikte bunları belirlerken -eğer para kazanmak istiyorsa- bir çok kısıtlama ile karşılaşır.
    Örneğin bir terzi düşünelim adı Cahid olsun. Cahid paça düzeltme işi için bir fiyat belirlediğinde bu diğer terzilerin fiyatlarından etkilenir. Ortalama olarak piyasa da paça yapma ücretleri 10 tl ise bu Cahid 20 tl fiyat koyamaz.  Teoride koyabilir ama pratikte 20 tl yaparsa kimse paça yapma işini bu Cahid'e vermez. Fakat yine de istemediği işi almayabilir işini belki geceye bırakabilir ya da erkenden kapatıp evine gidebilir. Yani yine de kendi kendinin patronudur ve patron baskısı yoktur.
    Peki Cahit neden terzilik yapma yerine bir tekstil şirketinde işçi olarak çalışır ?
    Geçenler de bir esnaf ile böyle bir muhabbetimiz oldu. Neredeyse 20 yıldır işlettiği bir camcı dükkanı var. Dükkanı epey büyük ve köklü sayılır. Fakat bir kaç borcu olduğundan bahsetti ve borçlarımı öder ödemez kapatacağım abi uğraşılmıyor girip bir yerde çalışırım dedi. En azından maaş günün belli sigortan yatar diye de ekledi. Daha da farklı örnekleri var. Kafan rahat olur sigortan olur gibi nedenlerle serbest meslek ile uğraşmak istemeyen bir çok esnaf tanıyorum. Yüksek vergiler daha doğrusu çok çeşitli vergiler de bu kararların alınmasında etkili oluyor sanırım. Stopaj vergisi katma değer vergisi (KDV) gibi vergiler küçük esnaf için külfet oluşturuyor.  Savunulacak bir yani yok sonuçta bir çeşit hırsızlık ama bu yüksek vergiler yüzünden kirayı düşük gösterme ya da faturasız ticaret ile bu vergilerden kurtulmaya çalışıyor esnafın neredeyse tamamı. Konuyu kapsamından çıkarmamak için bu noktada daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim.
    Terzi cahit veya Bizim Camcı gibi aslında serbest meslek sahibi olan bir çok insan işçi olmayı göze alırken bir çok işçi de kendi kendisinin patronu olduğu bir işin hayalini kuruyor.
Peki işçi olmak nasıldır ?
    Eğer çalıştığınız yer küçük bir yerse ve  çalışan sayısı 3-4 ise işiniz zor. Mesai kavramı iş bitene kadardır. Maaşınız ise yine asgari ücret. Üstelik işiniz yani iş tanımınız ne iş olsa yapacak diye yazılmıştır. Müşterilere çay ikram eden bir muhasebeci olabilirsiniz. Emeğiniz talep edilirken burası senin de dükkanın denir ama ücret öderken ya da yıllar sonra işten çıkarken aslında hiç sizin olmadığını anlarsınız.  Eğer 5'ten daha fazla çalışan var ise biraz daha rahat olma şansınız vardır. Çalışan sayısı arttıkça şirkette roller daha keskinleşir.Mesai saatleri de keza öyle. Tabi yine de sizden fazla mesai istenirse hayır diyemezsiniz. Eğer fazla mesai ücreti ödemezlerse de çok göze batmamalısınız.
     2010 yılında 6 ay kadar Sevenhill tekstil mağazasında part-time olarak çalıştım. Günde 4 saat çalışacağımı konuşarak işe girdim. Aylık maaşım 300 tl artı prim olacaktı. Fakat ilk gün Full çalışmam gerektiği söylendi. Bunun anlamı sabah 10 akşam 10 çalışmaktı. Gençtim çok umursamadım ve çalıştım. Bir ara günde 4 saat çalışmak için girdiğim işte uykusuz ve aralıksız 36 saat çalıştım! Sorun çıkarmadım iş evime yakındı hem bu bir kerelik bir şeydi. Fakat ücretim artmadı. Karşı çıkmak ben mesaimi doldurdum demek aslında işten atılma ile ya da ciddi bir mobbinge(Mobbing ya da bezdiri, bir grup insanın, bir kimseye veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması. Latince kökenli sözcük; psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamlarına gelir) maruz kalmak için davetiye çıkarmak anlamına geliyordu. Özellikle insanların sistematik olarak borçlanmaya teşvik edildiği bu günlerde işten çıkarılmak bir çok insan için kötü bir durum oluşturmaktadır.
    Bu nokta da işçileri patronların ya da müdürlerin şerrinden korumak için sendikalaşma seçeneği güçlü bir seçenektir. Tabi sendikalaşma ancak belli bir çalışan sayısı olan işletmelerde mümkün. Ve sol tandanslı partonlar tarafından bile hoş görülmez. :)
    Tabi ki bütün patronlar ya da müdürler kötü değildir. Hepsinin kötü olduğunu düşünerek sermaye sahipliğini yok etmek ne kadar mantıksız ise hepsinin iyi olduğunu düşünerek işçilerin hassas durumlarını yok saymak da o kadar mantıksız. Fakat ne kadar güçlü düzenlemeler yaparsanız yapın eğer patron, yönetici, müdür bir işçiye hayatı zindan etmek isterse edebilir. Belki sendikal bir dayanışmanın için de olan işçisinin ücretini kesemez ya da fazla mesai yaptıramaz. Ama ağır işlere koşabilir, imkanlarını azaltabilir hatta çok zorlanırsa kapatıp gidebilir.
    İşçi de eğer isterse patronuna zarar verebilir tabi. İşten çıkmadan hatta göze batmadan. Tanıdığım bir sevkıyat  şoförü eski şirketinde patronun "gıcık" hareketlerini anlattıktan sonra şimdi ben bu adamın arabasını sürerken kavisler de yavaşlar mıyım ? demişti.  Yönetmelikler, kanunlar sıkı denetlense bile işçiyi ve ya çok istisna durumlarda da olsa işvereni bir yere kadar koruyabilir. Tamamen sistemi değiştirseniz bile...
    Budapeşte de bir yıl öğrenim gördüm aldığım derslerden bir tanesi "Sosyalizm sonrası ekonomilerde geçiş süreci" adında bir dersti. Macaristan da bir zamanların sosyalist ülkesi. Dersi veren öğretim görevlisine  para hiç yok muydu gerçekten insanlar tamamen eşit miydi? diye sordum cevaben şöyle bir şey anlatmıştı:
  "  En rahat yaşayanlar manavlardı. Herkese belli miktarlarda sebze-meyve dağıtılırdı. Karne ile hakkınız olanı alırdınız. Ama manav kimi daha çok seviyorsa ya da kim manava daha çok sevgisini gösterirse o en taze olanları alabilirdi. Görece daha çürük daha az tatlı olanlar manavın daha az sevdiklerine giderdi. Tabi manav da diğer dağıtım görevlilerini otomatik olarak severdi.Mesela ekmek sorumlusu, ya da araba dağıtan adamı vs. Bu bir karşılıklı çıkar ilişkisiydi ve para olmasa bile zenginlik mümkündü."
    Aslında esas sorun ahlak. Sistemi ne kadar mükemmel kurarsanız kurun eğer insanlar buna uymakta direnirse işlemez. Ama eğer insanlara bir ahlak disiplini verirseniz.  En azından hırsızlık adam kayırma haksızlık yapanlar tarafından bile ayıp ve gizli kalması gereken bir şey olursa kötü bir sistem bile iyi işler.
Kapitalizm ve ya komünizmden başka bir yol var !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Küçük İşletme Büyük Ekonomi - Sosyal Sermaye 4 Herkesin işçi olduğu bir toplumda sosyal ilişkiler giderek azalır. Ticaret insanlar ar...