23 Mart 2017 Perşembe
Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları Üzerine...
Geçtiğimiz hafta Bir ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabını okudum. Şu an elimde ikincisi var. Şimdilik ilki hakkında biraz yorum yapacağım.
Komplo teorilerine karşı hep temkinli yaklaşmışımdır. Bir çoğunun deli saçması olduğunu biliyorum. Çalıştığım iş dolayısı ile her gün onlarca içinde bir sürü kelime olan ama hiç bir şey olmayan yazıyı okumak zorunda kalıyordum. Özellikle internette bu bilgiler inanılmaz hızlı yayılır. Bu kitaba da bu önyargı ile başladım. Ama beni ciddi mana da şaşırttı. Kitap gerçekten gerçekleri anlatıyor. Bir sürü belge sunmakla birlikte yazarı John Perkins - ki artık epey yaşlı bir adam- gerçekten var ve kitaptaki çoğu bilgiyi teyit edebilmemiz için kaynaklar sunmuş. Kitabın içeriğinde bazı can alıcı noktaları zamanla buraya aktarıp üzerine konuşmayı düşünüyorum.
Şimdilik söyleyebileceğim tek şey kesinlikle okunmalı!
25 Ocak 2017 Çarşamba
Asgari Ücret sistemi tıkar!
Asgari Ücret sistemi tıkar!
Asgari ücret en düşük ücret demektir. Yani emeğin taban fiyatı.Devlet bunu kontrol eder. [ Tabi bir de sigorta var dünya tarihinin en büyük dolandırıcılık hikayesi :) fakat ona daha sonra gireceğim]Türkiye de ki kendini aydın olarak tanıtan bir kesim vardır. Çoğunluğu sol- sosyal demokrat gruba dahildir. Ortak özellikleri ''emekçiyi koruma'' adı altında bütün piyasası felç etmeleridir. Ve dehşet verici bir şekilde bundan en çok emekçi etkilenir.
Ekonominin en sevdiğim yönü modellerdir. Albert Einstein sık sık zihinsel deneyler yapardı. Fakat bu özellikle fizik için herkesin yapabileceği bir şey değildir. Ama ekonomik modelleri herkes kolayca yapabilir. Ekonomik modeller esasen çok karmaşık ilişkileri / mekanizmaları basite indirgemektir. Böylece gerçek ile ilgili güçlü fikirler/ izlenimler elde edebiliriz.
Şimdi ben de asgari ücreti anlatmak için çok basit bir ekonomik model kuracağım. Bir ülke düşünelim ülkemizde devlet yok ve sadece 4 işletme var.Hepsi hizmet sektöründe ve prim sistemi yok ya da yok sayılacak kadar etkisiz. İşletmelerimiz şunlar olsun:
1- Ayakkabı mağazası
2- Cafe/ Restorant
3- Giyim mağazası
4- Kargo/kurye
Bu dört sektörde vasıfsız çalışan işçiler mevcut her birinde belli sayılarda. Her birinin bir patronu var. Patron aynı zaman yönetici. İşçiler asgari ücret alıyor. Şu an ki hali ile aşağı yukarı 1300 tl. Bilindiği üzere patronlar işçilerin eğer ikamesi varsa ve çalışan kişilerin yaptıkları iş özel bir uzmanlık gerektirmiyorsa daha fazla para verme eğiliminde değildirler. Mümkün olan en az ücretle en çok hizmeti satın almak isterler. Asgari ücrette buna muhteşem bir çanak tutar. Ücret "bu" derler, nereye gidersen git alacağın para bu !
Firma bazında bakalım
Bir ayakkabı mağazası çalışan 5 kişi var. Kişi ne kadar çalışırsa çalışsın alacağı maaş aynı.Nasıl patron mümkün olan en düşük ücreti ödeyerek hizmet satın almak isterse emek arz eden işçi de mümkün olan en az emeğe en yüksek ücreti almak isteyecektir. Ve asgari ücret uygulamasında bu asgari ücrettir. Yani işçinin kovulmayacak kadar emek arz etmesi yeterli!
Bunu sağlamak için patrona yakınlık ve diğerlerine göre yaş/kıdem gibi üstünlükleri olması çok çalışmaktan daha stratejik hamleler olur.Çoğu işletme de böyle olur. Yani işçi işini elinden geldiğince az emek kullanarak çalışmak ister. Bu hem işlerin aksamasına hem de diğer işçilere nispetle daha az çalışmasına sebep olur. Önce giren kendini daha güvende hissettiği için daha çok ''kaytarabilir'' yeni giren ise kendini kabul ettirene kadar çok çalışmak zorunda. Ve kesinlikle her ikisi de çalışmalarının karşılığını alamazlar.
Birde alternatif evrende asgari ücret diye bir uygulamanın olmadığını düşünelim.
Patron yine aynı patron mümkün olan en az ücretle mümkün olan en fazla hizmeti talep edecektir
İşçi yine aynı işçi mümkün olan en az emeği en yüksek ücrete arz etmek isteyecektir.
Fakat asgari ücret diye bir şey yok. Yani patronun ne vereceği tamamen piyasaya bağlı.
Bu durumda işçi ve işveren konuşup anlaşmak zorunda...
Ve en önemli nokta işçi nereye giderse gitsin aynı parayı almayacak.
Bir sürü insan çok daha yetenekli olduğu alanlar dururken daha az yetenekli olduğu alanlarda çalışıyor. Mesela bir garson aslında ayakkabı tezgahtarı olsa çok daha iyi verimli/mutlu olarak yaşayacakken garsonluğa devam ediyor. Çünkü yukarıda değindiğim gibi az emek sunarak sabit ücreti almanın en önemli kısmı kıdem. Zaman geçtikçe kıdem artıyor ,daha rahat oluyor ve o işi bırakmak daha zor oluyor.Nitekim bir çok insan ehil olmadığı işlerde yaşamını geçiriyor. Bu hem o kişi için hem hizmeti satın alan hem de hizmete muhatap olan kişiler açısından bir kayıp. Ve ekonominin tamamı için ise çok maliyetli bir ''etkinsizlik''.
Diyelim ki çalışan kişi bir işe girdi çalışmasının sonunda patron 700 lira verdi. işçi bundan memnun olmayacaktır. Ve performansını yükseltmek isteyecektir. Tabi diğer çalışanlarda rakibi olarak sahne de olacak. Eğer sonra ki aylarda ücretini artıracak bir performans sağlayamazsa iş değiştirmeye mecburi olarak yönelecektir. Belki garsonluğa belki kuryeliğe ama en sonunda yüksek ücrete talip olacağı ve verimliliği yüksek olan bir iş bulacaktır. Üstelik o işte iyi olduğu için (olabildiği için!) asgari ücretin üstünde bir ücret alacaktır. Üstelik etkin olduğu için bu ücreti alırken patronun işçi maliyeti etkin bir işçi ile artan gelirine nispetle düşecektir.
Tabi ki bu bir model. Gerçek hayat ise çok daha karmaşık. Mesela sanayi devriminin ilk zamanlarında insanlar gerçekten çok düşük ücretlere çok fazla çalıştırıyordu. Yani asgari ücret uygulaması birden ortaya çıkmadı. Bir çok tecrübenin ürünü. Fakat Temel doğası aynı kalsa da iş piyasasının ciddi bir değişime uğradığı çok açık. Geçişkenlik eskiye nazaran çok arttı. Ulaşımın kolaylaşması ticaretin küreselleşmesi hem işçilere hem de işverenlere daha fazla tercih şansı veriyor. Yani kati asgari ücret uygulamaları eskisi kadar faydalı değildir.
Asgari ücret uygulaması fikir olarak sol/sosyalist en nihayetinde komünist tandansları olan bir fikirdir. Ve komünizm temek olarak insanların farklılıklarını görmezden gelen (göremeyen) bir ideolojidir. Bir zamanların "aşırı" eşitsizliğine karşı verilen "aşırı" bir tepkidir. Halbuki eşitlik her zaman adil değildir. Ve hatta her zaman bireyin arzu ettiği bir şey de değildir. İnsan birey olarak bir çok farklılığı ve gizemi içinde barındıran bir varlık olarak kalıplara sokulmamalıdır. Evet bazı ortak temel özellikler mevcuttur. Öte yandan yine bir çok farklılık vardır. Bu farklılıklar ise bir sorun değil aksine çözümdür.
Sözün özü insanlara üretmeleri,çalışmaları konusunda daha fazla imkan verilmeli daha fazla alan açılmalı. Bu herkes için en iyi sonucu vermeye daha yakındır. Ve günümüzde asgari ücret bunun önünde ki engellerden biridir. Tek sorun bu değildir elbette ciddi bir engeldir.
Asgari ücret en düşük ücret demektir. Yani emeğin taban fiyatı.Devlet bunu kontrol eder. [ Tabi bir de sigorta var dünya tarihinin en büyük dolandırıcılık hikayesi :) fakat ona daha sonra gireceğim]Türkiye de ki kendini aydın olarak tanıtan bir kesim vardır. Çoğunluğu sol- sosyal demokrat gruba dahildir. Ortak özellikleri ''emekçiyi koruma'' adı altında bütün piyasası felç etmeleridir. Ve dehşet verici bir şekilde bundan en çok emekçi etkilenir.
Ekonominin en sevdiğim yönü modellerdir. Albert Einstein sık sık zihinsel deneyler yapardı. Fakat bu özellikle fizik için herkesin yapabileceği bir şey değildir. Ama ekonomik modelleri herkes kolayca yapabilir. Ekonomik modeller esasen çok karmaşık ilişkileri / mekanizmaları basite indirgemektir. Böylece gerçek ile ilgili güçlü fikirler/ izlenimler elde edebiliriz.
Şimdi ben de asgari ücreti anlatmak için çok basit bir ekonomik model kuracağım. Bir ülke düşünelim ülkemizde devlet yok ve sadece 4 işletme var.Hepsi hizmet sektöründe ve prim sistemi yok ya da yok sayılacak kadar etkisiz. İşletmelerimiz şunlar olsun:
1- Ayakkabı mağazası
2- Cafe/ Restorant
3- Giyim mağazası
4- Kargo/kurye
Bu dört sektörde vasıfsız çalışan işçiler mevcut her birinde belli sayılarda. Her birinin bir patronu var. Patron aynı zaman yönetici. İşçiler asgari ücret alıyor. Şu an ki hali ile aşağı yukarı 1300 tl. Bilindiği üzere patronlar işçilerin eğer ikamesi varsa ve çalışan kişilerin yaptıkları iş özel bir uzmanlık gerektirmiyorsa daha fazla para verme eğiliminde değildirler. Mümkün olan en az ücretle en çok hizmeti satın almak isterler. Asgari ücrette buna muhteşem bir çanak tutar. Ücret "bu" derler, nereye gidersen git alacağın para bu !
Firma bazında bakalım
Bir ayakkabı mağazası çalışan 5 kişi var. Kişi ne kadar çalışırsa çalışsın alacağı maaş aynı.Nasıl patron mümkün olan en düşük ücreti ödeyerek hizmet satın almak isterse emek arz eden işçi de mümkün olan en az emeğe en yüksek ücreti almak isteyecektir. Ve asgari ücret uygulamasında bu asgari ücrettir. Yani işçinin kovulmayacak kadar emek arz etmesi yeterli!
Bunu sağlamak için patrona yakınlık ve diğerlerine göre yaş/kıdem gibi üstünlükleri olması çok çalışmaktan daha stratejik hamleler olur.Çoğu işletme de böyle olur. Yani işçi işini elinden geldiğince az emek kullanarak çalışmak ister. Bu hem işlerin aksamasına hem de diğer işçilere nispetle daha az çalışmasına sebep olur. Önce giren kendini daha güvende hissettiği için daha çok ''kaytarabilir'' yeni giren ise kendini kabul ettirene kadar çok çalışmak zorunda. Ve kesinlikle her ikisi de çalışmalarının karşılığını alamazlar.
Birde alternatif evrende asgari ücret diye bir uygulamanın olmadığını düşünelim.
Patron yine aynı patron mümkün olan en az ücretle mümkün olan en fazla hizmeti talep edecektir
İşçi yine aynı işçi mümkün olan en az emeği en yüksek ücrete arz etmek isteyecektir.
Fakat asgari ücret diye bir şey yok. Yani patronun ne vereceği tamamen piyasaya bağlı.
Bu durumda işçi ve işveren konuşup anlaşmak zorunda...
Ve en önemli nokta işçi nereye giderse gitsin aynı parayı almayacak.
Bir sürü insan çok daha yetenekli olduğu alanlar dururken daha az yetenekli olduğu alanlarda çalışıyor. Mesela bir garson aslında ayakkabı tezgahtarı olsa çok daha iyi verimli/mutlu olarak yaşayacakken garsonluğa devam ediyor. Çünkü yukarıda değindiğim gibi az emek sunarak sabit ücreti almanın en önemli kısmı kıdem. Zaman geçtikçe kıdem artıyor ,daha rahat oluyor ve o işi bırakmak daha zor oluyor.Nitekim bir çok insan ehil olmadığı işlerde yaşamını geçiriyor. Bu hem o kişi için hem hizmeti satın alan hem de hizmete muhatap olan kişiler açısından bir kayıp. Ve ekonominin tamamı için ise çok maliyetli bir ''etkinsizlik''.
Diyelim ki çalışan kişi bir işe girdi çalışmasının sonunda patron 700 lira verdi. işçi bundan memnun olmayacaktır. Ve performansını yükseltmek isteyecektir. Tabi diğer çalışanlarda rakibi olarak sahne de olacak. Eğer sonra ki aylarda ücretini artıracak bir performans sağlayamazsa iş değiştirmeye mecburi olarak yönelecektir. Belki garsonluğa belki kuryeliğe ama en sonunda yüksek ücrete talip olacağı ve verimliliği yüksek olan bir iş bulacaktır. Üstelik o işte iyi olduğu için (olabildiği için!) asgari ücretin üstünde bir ücret alacaktır. Üstelik etkin olduğu için bu ücreti alırken patronun işçi maliyeti etkin bir işçi ile artan gelirine nispetle düşecektir.
Tabi ki bu bir model. Gerçek hayat ise çok daha karmaşık. Mesela sanayi devriminin ilk zamanlarında insanlar gerçekten çok düşük ücretlere çok fazla çalıştırıyordu. Yani asgari ücret uygulaması birden ortaya çıkmadı. Bir çok tecrübenin ürünü. Fakat Temel doğası aynı kalsa da iş piyasasının ciddi bir değişime uğradığı çok açık. Geçişkenlik eskiye nazaran çok arttı. Ulaşımın kolaylaşması ticaretin küreselleşmesi hem işçilere hem de işverenlere daha fazla tercih şansı veriyor. Yani kati asgari ücret uygulamaları eskisi kadar faydalı değildir.
Asgari ücret uygulaması fikir olarak sol/sosyalist en nihayetinde komünist tandansları olan bir fikirdir. Ve komünizm temek olarak insanların farklılıklarını görmezden gelen (göremeyen) bir ideolojidir. Bir zamanların "aşırı" eşitsizliğine karşı verilen "aşırı" bir tepkidir. Halbuki eşitlik her zaman adil değildir. Ve hatta her zaman bireyin arzu ettiği bir şey de değildir. İnsan birey olarak bir çok farklılığı ve gizemi içinde barındıran bir varlık olarak kalıplara sokulmamalıdır. Evet bazı ortak temel özellikler mevcuttur. Öte yandan yine bir çok farklılık vardır. Bu farklılıklar ise bir sorun değil aksine çözümdür.
Sözün özü insanlara üretmeleri,çalışmaları konusunda daha fazla imkan verilmeli daha fazla alan açılmalı. Bu herkes için en iyi sonucu vermeye daha yakındır. Ve günümüzde asgari ücret bunun önünde ki engellerden biridir. Tek sorun bu değildir elbette ciddi bir engeldir.
20 Ocak 2017 Cuma
Bir Şirket Hikayesi : A&P ( Great Atlantic and Pacific Tea Company)
Great Atlantic and Pacific Tea Company, dünyanın ilk büyük bakkaliye zinciriydi. 1859 yılında New York'da 100 dükkan birden açtı ve büyük ölçekli alım satım ve düşük fiyat politikaları şirket için etkili oldu ve gelişmesini sağladı.1912 yılıyla birlikte A&P esas politikası '' öde ve götür, dağıtım yok, kredi yok,reklam yok,telefon yok'' şeklinde tanımlanan ulusal dükkanlar zincirini kurma peşinde koşuyordu.
Oldukça fazla taklitçisi olmakla birlikte bunlar arasında Kroger's 1887 ve Safeway 1915'de kuruldu-A&P 1920'ler ve 1930'lar bounca gıda satışlarının % 50'sini sağlıyordu ve hakim durumdaydı. Firma 1930'lu yıllarda öylesine güçlüydü ki antitröst otoriteleri onu sınırlandırmak istedi ve onun etkin bir şekilde rekabet etme yeteneğini sınırlandırmak için yasak yollar işletilmeye başladı.
A&P piyasayı kotrol ediyor muydu? Şirketin içinde ve dışında bulunan bir çok kişi kontrol ettiğine inanıyordu. ama olaylar böyle olmadığını gösterdi. Şirket 1930'ların başlarında pazarlamadaki bir buluşu -süpermarket- önemsememe kararı alarak ilk büyük hatasını yaptı. Süpermarketler çeşitli kısımların (Et, pişirilmiş mamuller, kuru bakliye) bir katta bulunmasından ibaretti ve self-servis usulune dayalıydı. A&P bir bakkallar zinciriydi ve tezgahtar kullanıyordu, ölçek etkinlikleri ve daha düşük emek maliyetleri ile süpermarketlerin tezgahtar kullanan geleneksel bakkal dükkanlarından daha ekonomik olmasını sağladı. '' King Kullen the Price Wrecker'' ilk süpermarketi 1930'da açtı ve depresyounda yardımı ile çok başarılı oldu. Süpermarketler hızla yayılıyordu. A&P süpermarketlerin geçici bir heves olduğunua inandı ve bu akıma uymayı reddetti. Bunun bir nedeni de depresyon sırasında (1929 buhranı) yeni iş bulmakta güçlük çekecek tezgahtarlarına sadakat duygusydu.
Ancak A&P 'nin bu politikası, güdümü ne olursa olsun, rakibi süpermarketleden daha yüksek emek maliyeti ve daha yüksek fiyat anlamına geliyordu.Şirket başkanı John Hartford 1937'de biraz geç ve isteksizce olsa da A&P'nin süpermarket işine ciddi olarak girmesi gerektiğini karrarlaştırdı. Ne var ki A&P o zamana kadar piyasada ki payının yarsını kaybetmişti.
A&P 1930'ların başlarında ki yüzde 50 piyasa payını bir daha ele geçiremedi ama depresyonun hafiflemesi ve A&P süpermarketlerinin açılması ile kar düzeyi ve oranı tekrar düzeldi. 1950'lilerin başlarında bakkaliye dükkanları zincirlerinin %33'ünü elde etmişti. Eski günlerindeki kadar hakim değildi ama hala önde gelen zincir oydu.
A&P'nin ikinci var olma krizi 1950 ve 1960'larda banliyö çarşılarının açılışı oldu. A&P bu akıma da direndi, çünkü geleneksel şirket politikası, dükkan yerleri için uzun süreli kira anlaşması imzalanmasına karşıydı. Ne var ki , uzun dönemli kira anlaşmaları banliyölerde dükkan temin etme bakımından gerekliydi. Şirket politikası, piyasa gerekleriyle savaştı ve ikincisi kazandı. A&P hatasını kavradığında rakipleri ana yerleşim yerlerini ele geçirmişti.
A&P, yüksek kiralı banliyö alışveriş çarşılarında ki dev mağazalara gitmeden müşterileri cezbetmeye devam edecek kadar güçlü ve büyük olduğuna inanmıştı. Daha sonra ki yıllarda, benzin maliyetlerinin artması ve çok sayıda kadının işgücüne katılmasıyla, tüm alışveriş bir defa da yapılmaya başlandı. Diğer firmalar marka çeşitlerini artırırken ve gıda dışı malları stoklamaya başlarken A&P'nin küçük dükkanlarında ki raflar zaten doluydu. 1953 ve 1971 yılları arasında A&P 'nin gayrisafi satışları 5-6 milyar dolar arasında sabit kaldı fakat pazar payı % 30 'dan % 12'ye düştü. 1972 yılıyla birlikte para kaybetmeye başladı ve 1970'li yıllar da zarar etmeye devam etti. 1970'li yıllarda zarar etmeye devam etti. 1970'li yılların sonunda, sorulan soru A&P'nin güçlü olup olmadığından ziyade, artık yaşayıp yaşamadığı hakkındaydı.
1980'li yıllar başladığında A&P bir kez daha yeniden inşa ediliyordu. Bu fazla küçük ve uygun olmayan yerlerde açılmış dükkanlarının çoğunu kapatmak ve rakiplerinden taklit ettiği yeni pazarlama tekniklerini kullanmak suretiyle gerçekleştiliyordu.
Günümüzde bir zamanlar hakimi olduğu piyasa da var olma savaşına devam ediyor. Firma piyasayı kontrol eder mi ? A&P böyle düşünmüştür ve bunun yanlış olduğunu anlamıştır...
19 Ocak 2017 Perşembe
Kapitalizim ve Kominizim üzerine kısa bir deneme
Kapitalizim ve Kominizim üzerine Kısa bir deneme
Kapitalizm kapital kökeninden gelir. Kapital ise sermaye anlamına gelir. Yani kapitalizm sermayecilik olarak çevrilebilir. Kelime karşlığı bir yana kapitalist bir sistem olarak ile şöyle tanımlanabilir;
Kapitalizm: Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir.
Tanımı biraz açmak gerekirse kişilerin ya da grupların bir araya gelerek bir mülkiyet edinmesi ve bu mülkiyeti kar amacı ile işletmesidir. Her ne kadar bu sanki yeni bir şeymiş gibi gösterilse de aslında insanlık tarihi kadar eskidir. Mülkiyet ise yalnızca bina ev gibi fiziksel varlıklar olmayabilir. Günümüzde bilginin de mülkiyeti söz konusudur. Artık marka bile alınıp satılan işletilen bir mülkiyet haline gelmiştir.
Karl marx ise temel olarak özel mülkiyete karşı çıkar ve kar arama dürtüsünün negatif sonuçlarına vurgu yapar. Sermaye sahiplerinin kar elde ederken sermaya sahibi olmayan insanları (işçiler) sömürdüğü her zaman hakettiklerinden azını verdiğini söyler.
Bu durumu daha iyi anlamak için ekonomi bilimini sistematik bir dsiplin haline getiren Adam Smith'e dönmemiz gerek.
Adam smith'in ortaya attığı bir emek- deger kuramı vardır. Bu kurama göre bir malın maliyetini belirleyen en önemli şey emektir. Emeği maliyetin tek bileşeni olarak kabul etmez ama ana etmen olarak bir malın (Ya da Hizmetin ) maliyetinin ana bileşeni olarak emeği öne çıkarır. Fakat burada bir varsayım da yapar: Emeğin niteliği önemli değildir her işçi aynı işi yapar yani emek maliyet içinde homojendir(eşit dağılım).
Marx bunu kabul eder fakat üstüne bir de artık değer kuramını ortaya atar.
Artık değer kuramına göre Kapital( sermaye sahibi) kar etmek için işçiyi fazla çalıştırır. Yani eğer işçi 8 saat çalışıyor ise 1 saat fazla çalıştırır bunun ücretini ona ödemez ama malın maliyetine yansıtır.
Yani eğer bir mal mesela ayakkabı üretirken
Bir ayakkabı maliyeti = 9 saat emek ise, İşçi sekiz saatlik ödeme alır 1 saat fazladan çalışır bu da kapitale kar olarak gider. Kapitalin başka türlü kar etmesine imkan yoktur.
Marx der ki bu fazladan bir saat emek sömürüsüdür. Eğer özel mülkiyet olmaz ise kar arama olmaz ve ayakkabı maliyeti 8 saate düşer. İşçi bir saat az çalışır. Üstelik tüketici de malı ucuza alır.
Kapital yani sermaye sahibini aradan çıkararak daha hakça ve etkin bir sistem olacağını öngörmüştür. Kapital aynı zamanda bir girişimcidir. Yani mülkiyetini (eğer yoksa zamanını) riske eden, işi organize eden kişidir. Marx girişmciliği yalnızca devlet tekeline verir. Girişimci yani devlet gereken bütün ihtiyaçlar için üretimi organize eder yatırım yapar ve emeği çalıştırır. Fakat kar amacı gütmez kamu yararını gözetir.
Burada esas anlaşılması gereken nokta girişimciliktir.
Adam Smith kısaca şöyle söylemiştir.
Bir masada oturmuş yemek yiyorum menüm şu şeklide:
Kızarmış et ekmek ve ayran [:))))]. Bu menünün önüme gelmesinde dar kapsamda payı olan insanlar kasap et için, fırıncı ekmek için, ayrancı ayran için [ :))]. Şimdi bu arkadaşlar sırf ben yemek yiyeyim diye bu işi yapmıyorlar. Yapmalarının sebebi kendi kişisel çıkarları. Fakat olay şu ki bu arkadaşların yani kasabın fırıncının ayrancının bu işi yapmalarının sebebi kar ederek para kazanmak ve kendi ihtiyaçlarını görmek ben de bu sayede bu yemekleri yiyebiliyorum. ( Belli bir ücret karşılığında tabi ki )
Adam smith bu örnekle yola çıkarak şu önerme de bulunur. Herkes kendisi için en iyi olanı yaparsa bu aynı zamanda herkes için en iyi sonucu doğurur. Eğer kasap fırıncı ve ya ayrancı üretmez ise bunları kendim bulmam gerekir ki bu pek etkin olmaz. Hele günümüzde kullandığımız teknolojik ürünleri üretmem mümkün değil. Benim yemek yememe ücret karşılığı katkı sunan bu arkadaşlar birer girişimcidir.
Marx mülkiyeti ve mülkiyetin kaynağı girişimciliği devlet tekeline verirken şüphesiz karşı çıktığı kasap fırıncı gibi girişimciler değildi. Büyümüş ve ciddi bir mali gücü elde etmiş ve küçük girişimcileri bir şekilde dışlayan büyük girişimcilere karşıydı. O dönemlerde tüm avrupa da devletten belli imtiyazlar alarak ( vergi muafiyeti gibi ) üretim yapan girişimciler vardı. Çocuk ve kadınlar dahil çok az ücretlerle günde 18 19 saat çalıştırıyorlardı. Hatta bir keresinde bir fabrikada yaramaz çocukların zincirlenerek çalıştırıldığını bile okumuştum. Böyle bir dönemde sermaye sahiplerine yani Kapitale karşı ahlakı olarak bir tepki doğmuştu.
Marx'ın çözümü ise son derece çocuksu olarak şuydu:
Sermayeyi ve mulkiyeti kaldıralım.
Kaldırdılar
Sovyet Rusya'nın ya da Çin'in ekonomik başarısızlıklarını açıklama işini daha sonra yaparım. Sistemin çökmesi yeterli bir gösterge.
Ama The Economist adlı kitaptan ufak bir anektod verelim.
Bir gün bir sovyet yetkisi londra'ya gider. Bir kaç günlük gezi ve temaslardan sonra her yerde bolca ekmek olduğunu görür ve sorar
-Ekmek üretimden sorumlu kişi kim? Belli ki işini çok iyi yapıyor.
İngiliz yetkili şaşkınlığını gizlemeden cevap verir
-Hiç kimse !
-....
Sovyet yetkilisinin sorusunu anlamak için kısa bir açıklama yapalım. Sovyetlerde tek girişimci devlet olduğu için ekmek üretiminden sorumlu bir departman vardı. Her şehir için. Ve her şehirde bu işi yöneten bir komiser mevcuttu. Lakin bir çok sorun yüzünden ekmek üretimi sık sık aksıyor ya da ihtiyaçları yeterınce karşılamıyordu. Fakat Londra'da bu işle kimse ilgilenmemesine rağmen ekmek üretimi hiç aksamıyordu. İşte bu yüzden Sovyet yetkilisi çok şaşırmıştı.
Her ne kadar günümüzde büyük şirketler her geçen daha da büyüyor küçük girişimleri daha karsız hale getirerek piyasadan dışlıyor ve daha çok insan işçi olarak çalışıyorsa da bu kapitalist sistemin tamamen kusurlu olduğunu göstermez.
Esasen büyük şirketlerin daha da büyümesi ve gittikçe piyasa aktörlerinin sayısının azalmasının sebebi faizdir.
Ünlü fransız iktisatçi Capital isimile çalışmasında bu noktaya dikkat çekmiştir. Günümüz finansal sisteminde faiz neredeyse temel bir rol oynuyor. Fakat faiz zenginlerin daha zengin olmasına sebep oluyor. Hem de hiç bir şey yapmadan. Eğer paralarını faize yatırmak yerine yatırım yapmak zorunda olsalardı bu bir büyümeye ortaklıklara sebep olurdu. Piyasa aktörleri sayısı azalmaz aksine artardı.
Şimdilik bu kadarla yetinelim daha sonra faiz konusunda daha detaylı br çalışma İnşaAllah yapacağım.
Kapitalizm kapital kökeninden gelir. Kapital ise sermaye anlamına gelir. Yani kapitalizm sermayecilik olarak çevrilebilir. Kelime karşlığı bir yana kapitalist bir sistem olarak ile şöyle tanımlanabilir;
Kapitalizm: Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir.
Tanımı biraz açmak gerekirse kişilerin ya da grupların bir araya gelerek bir mülkiyet edinmesi ve bu mülkiyeti kar amacı ile işletmesidir. Her ne kadar bu sanki yeni bir şeymiş gibi gösterilse de aslında insanlık tarihi kadar eskidir. Mülkiyet ise yalnızca bina ev gibi fiziksel varlıklar olmayabilir. Günümüzde bilginin de mülkiyeti söz konusudur. Artık marka bile alınıp satılan işletilen bir mülkiyet haline gelmiştir.
Karl marx ise temel olarak özel mülkiyete karşı çıkar ve kar arama dürtüsünün negatif sonuçlarına vurgu yapar. Sermaye sahiplerinin kar elde ederken sermaya sahibi olmayan insanları (işçiler) sömürdüğü her zaman hakettiklerinden azını verdiğini söyler.
Bu durumu daha iyi anlamak için ekonomi bilimini sistematik bir dsiplin haline getiren Adam Smith'e dönmemiz gerek.
Adam smith'in ortaya attığı bir emek- deger kuramı vardır. Bu kurama göre bir malın maliyetini belirleyen en önemli şey emektir. Emeği maliyetin tek bileşeni olarak kabul etmez ama ana etmen olarak bir malın (Ya da Hizmetin ) maliyetinin ana bileşeni olarak emeği öne çıkarır. Fakat burada bir varsayım da yapar: Emeğin niteliği önemli değildir her işçi aynı işi yapar yani emek maliyet içinde homojendir(eşit dağılım).
Marx bunu kabul eder fakat üstüne bir de artık değer kuramını ortaya atar.
Artık değer kuramına göre Kapital( sermaye sahibi) kar etmek için işçiyi fazla çalıştırır. Yani eğer işçi 8 saat çalışıyor ise 1 saat fazla çalıştırır bunun ücretini ona ödemez ama malın maliyetine yansıtır.
Yani eğer bir mal mesela ayakkabı üretirken
Bir ayakkabı maliyeti = 9 saat emek ise, İşçi sekiz saatlik ödeme alır 1 saat fazladan çalışır bu da kapitale kar olarak gider. Kapitalin başka türlü kar etmesine imkan yoktur.
Marx der ki bu fazladan bir saat emek sömürüsüdür. Eğer özel mülkiyet olmaz ise kar arama olmaz ve ayakkabı maliyeti 8 saate düşer. İşçi bir saat az çalışır. Üstelik tüketici de malı ucuza alır.
Kapital yani sermaye sahibini aradan çıkararak daha hakça ve etkin bir sistem olacağını öngörmüştür. Kapital aynı zamanda bir girişimcidir. Yani mülkiyetini (eğer yoksa zamanını) riske eden, işi organize eden kişidir. Marx girişmciliği yalnızca devlet tekeline verir. Girişimci yani devlet gereken bütün ihtiyaçlar için üretimi organize eder yatırım yapar ve emeği çalıştırır. Fakat kar amacı gütmez kamu yararını gözetir.
Burada esas anlaşılması gereken nokta girişimciliktir.
Adam Smith kısaca şöyle söylemiştir.
Bir masada oturmuş yemek yiyorum menüm şu şeklide:
Kızarmış et ekmek ve ayran [:))))]. Bu menünün önüme gelmesinde dar kapsamda payı olan insanlar kasap et için, fırıncı ekmek için, ayrancı ayran için [ :))]. Şimdi bu arkadaşlar sırf ben yemek yiyeyim diye bu işi yapmıyorlar. Yapmalarının sebebi kendi kişisel çıkarları. Fakat olay şu ki bu arkadaşların yani kasabın fırıncının ayrancının bu işi yapmalarının sebebi kar ederek para kazanmak ve kendi ihtiyaçlarını görmek ben de bu sayede bu yemekleri yiyebiliyorum. ( Belli bir ücret karşılığında tabi ki )
Adam smith bu örnekle yola çıkarak şu önerme de bulunur. Herkes kendisi için en iyi olanı yaparsa bu aynı zamanda herkes için en iyi sonucu doğurur. Eğer kasap fırıncı ve ya ayrancı üretmez ise bunları kendim bulmam gerekir ki bu pek etkin olmaz. Hele günümüzde kullandığımız teknolojik ürünleri üretmem mümkün değil. Benim yemek yememe ücret karşılığı katkı sunan bu arkadaşlar birer girişimcidir.
Marx mülkiyeti ve mülkiyetin kaynağı girişimciliği devlet tekeline verirken şüphesiz karşı çıktığı kasap fırıncı gibi girişimciler değildi. Büyümüş ve ciddi bir mali gücü elde etmiş ve küçük girişimcileri bir şekilde dışlayan büyük girişimcilere karşıydı. O dönemlerde tüm avrupa da devletten belli imtiyazlar alarak ( vergi muafiyeti gibi ) üretim yapan girişimciler vardı. Çocuk ve kadınlar dahil çok az ücretlerle günde 18 19 saat çalıştırıyorlardı. Hatta bir keresinde bir fabrikada yaramaz çocukların zincirlenerek çalıştırıldığını bile okumuştum. Böyle bir dönemde sermaye sahiplerine yani Kapitale karşı ahlakı olarak bir tepki doğmuştu.
Marx'ın çözümü ise son derece çocuksu olarak şuydu:
Sermayeyi ve mulkiyeti kaldıralım.
Kaldırdılar
Sovyet Rusya'nın ya da Çin'in ekonomik başarısızlıklarını açıklama işini daha sonra yaparım. Sistemin çökmesi yeterli bir gösterge.
Ama The Economist adlı kitaptan ufak bir anektod verelim.
Bir gün bir sovyet yetkisi londra'ya gider. Bir kaç günlük gezi ve temaslardan sonra her yerde bolca ekmek olduğunu görür ve sorar
-Ekmek üretimden sorumlu kişi kim? Belli ki işini çok iyi yapıyor.
İngiliz yetkili şaşkınlığını gizlemeden cevap verir
-Hiç kimse !
-....
Sovyet yetkilisinin sorusunu anlamak için kısa bir açıklama yapalım. Sovyetlerde tek girişimci devlet olduğu için ekmek üretiminden sorumlu bir departman vardı. Her şehir için. Ve her şehirde bu işi yöneten bir komiser mevcuttu. Lakin bir çok sorun yüzünden ekmek üretimi sık sık aksıyor ya da ihtiyaçları yeterınce karşılamıyordu. Fakat Londra'da bu işle kimse ilgilenmemesine rağmen ekmek üretimi hiç aksamıyordu. İşte bu yüzden Sovyet yetkilisi çok şaşırmıştı.
Her ne kadar günümüzde büyük şirketler her geçen daha da büyüyor küçük girişimleri daha karsız hale getirerek piyasadan dışlıyor ve daha çok insan işçi olarak çalışıyorsa da bu kapitalist sistemin tamamen kusurlu olduğunu göstermez.
Esasen büyük şirketlerin daha da büyümesi ve gittikçe piyasa aktörlerinin sayısının azalmasının sebebi faizdir.
Ünlü fransız iktisatçi Capital isimile çalışmasında bu noktaya dikkat çekmiştir. Günümüz finansal sisteminde faiz neredeyse temel bir rol oynuyor. Fakat faiz zenginlerin daha zengin olmasına sebep oluyor. Hem de hiç bir şey yapmadan. Eğer paralarını faize yatırmak yerine yatırım yapmak zorunda olsalardı bu bir büyümeye ortaklıklara sebep olurdu. Piyasa aktörleri sayısı azalmaz aksine artardı.
Şimdilik bu kadarla yetinelim daha sonra faiz konusunda daha detaylı br çalışma İnşaAllah yapacağım.
11 Ocak 2017 Çarşamba
EKONOMİ NEDİR ?
Ekonominin onlarca tanımı arasında bence en uygun tanım 'bölüşüm ve üretim bilimi' olarak tanımlanmasıdır. Çoğu insan için ekonomi yalnızca parayı ifade eder. Tarihsel surece bakarsak para insanilik tarihi için çok yeni bir kavramdır. En azından bugün ki kullanımı ile. Bu yüzden ekonomiyi bölüşüm bilimi olarak nitelendirirsek tüm tarihi kapsayabilir. Elbette ekonominin bugün kavuştuğu alt dallar ve disiplinlerin bir çoğu günümüzde kullanılan para üzerinden oluşmuştur.
Fakat tarihi sürece baktığımız da paradan ziyade kaynaklara ele geçirme ya da ticaret yollarını ele geçirme gibi varlık ve refah getirecek mücadelelerin tarihini görüyoruz. Bu bir içgüdü olarak tüm insanlarda vardır. Birey olarak kişi mümkün olduğunca kazanmak ister.Devletler de keza öyle.Zenginlik sınırı olan bir şey değildir. Sürekli artabilir. Anlamını yitirmez hep modadır. Hep trend. Fakat bölüşmek pek moda değildir. İşte ekonomi bilimi bu nokta da devreye girer. Bölüşüm nasıl olmalı ? Politik, sosyolojik ve hukuksal olarak bir çok realite göz önüne alınarak bir çözüm yolu ortaya koyulur daha adil bir bölüşüm için.
Sözün özü Ekonomi bölüşüm bilimidir.
Fakat tarihi sürece baktığımız da paradan ziyade kaynaklara ele geçirme ya da ticaret yollarını ele geçirme gibi varlık ve refah getirecek mücadelelerin tarihini görüyoruz. Bu bir içgüdü olarak tüm insanlarda vardır. Birey olarak kişi mümkün olduğunca kazanmak ister.Devletler de keza öyle.Zenginlik sınırı olan bir şey değildir. Sürekli artabilir. Anlamını yitirmez hep modadır. Hep trend. Fakat bölüşmek pek moda değildir. İşte ekonomi bilimi bu nokta da devreye girer. Bölüşüm nasıl olmalı ? Politik, sosyolojik ve hukuksal olarak bir çok realite göz önüne alınarak bir çözüm yolu ortaya koyulur daha adil bir bölüşüm için.
Sözün özü Ekonomi bölüşüm bilimidir.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Küçük İşletme Büyük Ekonomi - Sosyal Sermaye 4 Herkesin işçi olduğu bir toplumda sosyal ilişkiler giderek azalır. Ticaret insanlar ar...
-
Hür Teşebbüs Sistemi Kapitalizmin yılmaz savunucusu Amerika'nın yıllarca kapitalizmi tanımlamak için kullandığı kelimeler. Hür ...
-
7 yıl Önce Dolar Kurunu Öngören Ekonomist Malum bu günlerde herkes pür dikkat Dolar/ TL kurunu takip ediyor. Doların "inanılmaz...

