Demokrasi ve Kapitalizm
Daha önce Homo- economicus ve Demokrasi adlı gönderimde demokrasinin kapitalizm teori ve kaynak açısından ilişkisine değinmiştim. Şimdi konuyu biraz daha açacağım. Seçim ve yönetim ile ekonomik sistemin ilişkisine değineceğim.
Öncelikle demokrasi nedir kısaca bir tanıyalım. Kitabi tanım şudur :
"Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi."
Siyasal denetim denilen şey ülkeyi yöneten kimseleri seçme ya da denetleme yetkisinden bahsediliyor. Yani Cumhurbaşkanı ya da başkan milletvekilleri ya da senatörler belediye başkanları ya da valiler belediye meclisi üyeleri ve muhtarlar. Tüm bu kimseler sandıklarda halk tarafından seçiliyor.
Peki Halkın önüne koyulan adayları kim belirliyor. Demokrasilerde halkın önüne bir sandık ve seçenek konur. Halkta eğer önemserse ve oy vermek isterse birini seçer. Peki seçenekleri kim belirliyor ? Bu soru burada kalsın şimdilik. Biraz düşünelim üstüne.
Demokrasinin bazı sorunları ;
- Sapık , hırsız , katil ya da cahil demeden herkesin oy hakkı olması
- Sandığa gitme yani seçime katılım oranlarının gelişmiş demokrasi denilen ülkelerde % 50 dahi olmaması yani insanların sandığa gitmemesi
- Fakir insanların aday olamaması kampanya yürütecek parası olmaması
- Parasal olarak güçlü olanın medya ve insanların çıkarları gereği yardımı ile kazanma ihtimalinin yüksek olması
- Seçim kampanyaları konusunda tecrübenin artması ile halkı yönlendirme tecrübesi ile gelenin gitmemesi
Tüm bunlar basiretsiz ve iş bilmez yöneticilerin seçilmesi anlamına geliyor. Gelişmiş olarak nitelendiren ülkelerde bu yöneticilerin olası aşırılıklarına karşın toplumun geleneklerini temsil eden krallar ve kraliçeler bulunur. Her ne kadar sembolik olsa da resmi olarak güçleri olmasa da gayri resmi olarak toplumun kimyasına aykırı durumlara karşı bir sigorta görevi görürler.
Bazı örnekler vermek gerekirse ; İngiltere, Norveç, İsveç, Danimarka, İspanya da hanedanlık devam etmektedir.
(Not:Hanedanlığın olmadığı ülkelerde de yöneticiler tam iktidar olamazlar. Orada kraliyet ailesinin görevini üstlenen daha karanlık bazı grup ya da gruplar vardır. Biz Türkiye'de buna derin devlet diyoruz. Genel olarak müesses nizam olarak bilinir. Kurulu düzen gibi bir manaya gelir. Ama esas görevleri (!) gelip geçici gördükleri siyasi seçilmişlere karşı ülkenin kendince belirledikleri uzun vadeli çıkarlarını korumaktır. Bunun için medyayı, istihbarat örgütünü ve mahkemeleri etkin kullanmak zorundadırlar. Fakat bu araçlar işe yaramazsa daha keskin sonuçlar gelebilir. Suikast ,Darbe gibi araçlar kullabilirler. Keneddy , Adnan Menderes örnek olarak verilebilir. Çoğunlukla uluslararası çalışırlar. Üst akıl denilen kendilerini uluslardan ve halklardan üstün bir yere konumlandırmış kapitalist sistemin ağa babaları olan çok zengin ve her satıştan,üretimden haraç alan bir takım gruplarla her daim sıkı ilişkileri vardır. )
Fakat bu sigorta görevi sadece aşırı uçları engeller ama yavaş yavaş bozulmaya karşı etkin bir görev alamazlar. Demokrasi yalnızca yönetimsel olarak değil sosyal olarak bireylerin birbiri ile ilişkilerin de de tahribat yaratır.
Para kazanmak ve daha fazla tüketmek daha fazlasına sahip olmak kapitalist sistemde övülen teşvik edilen bir şeydir. Açgözlü olmak neredeyse bir erdem olarak öne sürülür. 1980'lerde ciddi bir sansasyon getiren bir konuşmada aynen şöyle deniyordu ;
"Açgözlülük iyidir. Açgözlülük Amerika'yı ayakta tutar."
1980'lerde bu sözler o kadar da çok tepki çekmedi. Aslında insanların zihninde sürekli yankılanan bir sözün edepsizce dile getirilişiydi. Çünkü kapitalizm tam olarak bunun üzerine inşa edilmişti. Bireyin faydasını maksimize etmesi aynı zamanda toplumun faydasını maksimize edecektir denilmişti. Tabi bu fayda maksimizesi ekonomik olarak. Şimdilerde açgözlülük eskisi kadar revaçta değilse de bunun nedeni ahlaki ya da insani olarak yanlış olması değil. Sürdürülebilir olmadığını gördüler. Açgözlülük kontrol altına alınmalı dediler. Tabi yine de büyük oyuncular açgözlülüklerini gizlemiyor ki en son mortgage krizi yine bu açgözlülükten oldu.
Peki bunun demokrasi ile ilişkisi nedir ? Aslında çok basit. Nasıl ekonomik olarak başarılı olmak hiç bir ahlaki, insani kural dinlemeden saldırmakla eşdeğer tutuluyorsa politik arenada da kazanmak için her şey mübah. En kötü olanlar en kötü olabilenlerin kazandığı bir rekabet ortamıdır siyaset arenası.
İnsanların açgözlülüğüne fırsat veren iki sistem; biri serbest piyasa yani kapitalizm bir diğeri seçim yarışı yani demokrasi!!
Başka bir yol daha var ! Daha insani Daha medeni Daha iyi...


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder